İNSAN ANCAK GÖKYÜZÜNÜN ÖĞRENCİSİ OLARAK KAİM OLABİLİR

Anasayfa > İNSAN ANCAK GÖKYÜZÜNÜN ÖĞRENCİSİ OLARAK KAİM OLABİLİR > >İNSAN ANCAK GÖKYÜZÜNÜN ÖĞRENCİSİ OLARAK KAİM OLABİLİR

İNSAN ANCAK GÖKYÜZÜNÜN ÖĞRENCİSİ OLARAK KAİM OLABİLİR

Yıldırım Belediyesi ve Türkiye Yazarlar Birliği Bursa Şubesi’nin ortaklığında düzenlenen Yazarlık Atölyesi’nin konuğu Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Muhammed Enes Kala oldu.  
Doç. Dr. Enes Kala, “Madde ve Mana Arasında Sanat Tecrübesi” başlıklı sunum gerçekleştirdi. Enes Kala, Sanatın neliği ve insan varoluşunda konumu ve modern zamanlarda aldığı biçim hususunda önemli açıklamalar yaptı.   
“SANATI ANLAMAK İÇİN İNSANI ANLAMALIYIZ”
Konuşmasına Hacı Bayram Veli’nin “Çalabım bir şar yaratmış/iki cihan aresinde” şiirini aktararak başlayan Enes Kala, sanatın mahiyetini kavramanın anlamanın yolu konusunda şunları söyledi:  
“Madde ile mana arasında sanat tecrübesini gösteren şiirlerden en iyisidir. Sanatı anlamak için sanatı anlayanı anlamamız gerekiyor. Bunun için de sanatı var eden insana yolculuk yapmamız gerekiyor. Sanat gibi insan da madde ve mana arasındadır. Bir tarafı tense bir tarafı ruha açılan varlıktır. Biz insanı beşerden ruha yükselen tarafıyla tanırız. Beşer ve insan kavramları bu hususu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Başar hakkın ve adaletin tarafındaysa biz bu varlığa insan demekteyiz. Biz beşer olarak insan olmayı bilmekle mükellefiz. Bunu aksi beşeri canavar kılar. İnsanlık tarihini biz beşerin insan kılınması mücadelesi olarak okuyabiliriz. Biz insan olmak için felsefe-bilim, sanat, hukuk gibi alanları hem ahenk olarak bir araya getirmeliyiz. Tüm bu özellikleri kullanmayı başardığımız zaman beşerin üzerine insanlık inşa etmeyi başarırız.”
SANAT NEDİR?
Enes Kala, sanatın teorik varlık zemini hakkında şu bilgileri aktardı:
“Şatibi Muvafakat adlı eserinde insanın tüm eylemlerini belirleyen üç safhadan bahseder:  Zaruriyat, haciyat ve tahsiliyat. Bu üç safha beşerin insan olma safhasıdır.  Zaruriyat insanın tensel tarafının sürdürülmesi için gerekli safhayı anlatır zira biz hayatta kalmak için beşer yanımızı devam ettirmeliyiz. Ama biz insanı buna indirgeyemeyiz. İnsan tenselin tinsel olanla kavuşmasında ortaya çıkar. Tinsellik bilmek, eylemek ve meydana getirmekle zuhur eder. Bilmek temaşa/teoria/nazariyat; eylemek ve meydana getirmek poiesis, meydana getirme kısmı ise techne ve techne poiesis kısmında ortaya çıkar. Techne, zanaattır ve insan yaşamı daha konforlu hale getirmek için techneyi kullanır. Bunun bir üstü ise techne poiesistir ve insan bu seviyede yaşamı yalnızca konforlu kılmaz aynı zamanda konforlu kıldığı yaşama güzellik unsurunu da ekler. O halde sanat içiresinde teoria, praxis, techne ve techne poesisi barındıran külli bir küredir. Sanat tüm bunlara karşıt olamaz. Zira biz sanat içinde insani olana karşıt, muhalif olan hiçbir husus göremeyiz. Bu sanat maddeye mahkûm kalmaz ve manadan da kendini mahrum etmez. Sanat bu yönüyle külli bir idealdir.”
KADİM DÖNEMDEN MODERN DÖNEME SANATIN DÖNÜŞÜMÜ
Enes Kala konuşmasına şöyle devam etti:
Geleneğimize göre insan küçük âlemdir. Büyük âlemle küçük âlem ilişkinin tam olması iktiza eder. Kadim dönemde âlemde şu üç düzen birbiriyle ahenk içindedir: Theos (İlahi düzen), Logos (insanî düzen), Ontos (eşyanın düzeni). Allah’ın halifesi olarak insanın yani logosun buradaki görevi ilah ile eşya arasındaki irtibatı sağlamasıdır. Bu irtibat düzen Hıristiyanlığın Tanrı’nın insan bedeninde enkarne olması iddiasıyla birlikte bozulmuştur. Böylece ilahi olan ile insan bir araya getirilmiş ve insan Tanrı adına konuşmaya başlamıştır. Bunu da kilise üstlenmiştir. Daha sonra kiliseye karşı çıkışlar başlanmış Tanrı-insan anlayışı bu karşı çıkışlarla birlikte akıl merkezinde insan-Tanrı biçimini almıştır. Yeryüzünün tek hâkimi olarak insan kendini görmüştür. Bu dönüşüme bağlı olarak da Batı’da bir dizi inkılap yaşanmıştır.  Tüm bunlar bizi insanın üretimi olarak ontoya mahkûm etmiştir. Tıpkı Erich Fromm’un dediği gibi olmak ve sahip olmak meselesinde ibre sahip olamaya dönmüştür. Tüketim toplumundaki statüler artık eşyaya sahip olmakla ölçülür olmuştur.   Süreç manadan mahrum kalınarak maddeye mahkûm kalınan bir oluşa evrilmiştir. İlahi insani ve eşya düzenini yeniden bir araya getirecek zihin olsa olsa Müslüman zihni olabilir.
İnsan olma sürecinde insanın da logos (idrak), ethos (vicdan) ve Pathos(his ve duygu) olmak üzere insanın üç yetisi vardır. Beşerin insan olma yolculuğunda idrakin küçük âlemi büyük âlemle hem hal kılınması gerekiyor. Eğer insanı büyük nizamla bir araya getirmiyorsa bu idrak yani logos işlevsiz kalmış demektir. İnsan ancak gökyüzünün öğrencisi olarak kaim olabilir. Dolayısıyla vicdan ve irade ve ona bağlı olan da his ve duygudur. Bu insanın ortaya koyduğu sanat maddeye mahkûm olmaz ve manadan ayrı durmaz. Dahası tüm insanlığı kuşatıcı bir seviyeye yükselir.     
SANAT SONLUDAN SONSUZA YÜKSELMEKTİR
Konuşmasının sonunda madde ve mana arasında sanatı konumlandıran Doç. Dr. Kala, şu açıklamalarda bulundu:
“Öncelikle sanat his ve duygu zemininde tezahür eder. Ancak bu his vicdana bağlı bu vicdan idrake bağlı idrak ise vahye yani ilahi olana bağlıdır. Dolayısıyla bu idrak madde ve manayı birbirinin refiki olarak konumlandırır. Sanat duygunun dışa taşırılması anlatılması tecrübesidir. Ancak sanat güzeli arar ve onu göstermeye çalışır. İnsanın fıtratından hareket ederek güzel olanı aramaya kalktığımızda dört kavramla karşılaşırız: arzu, muhabbet, aşk ve ışk… Bu dört seviyeyi arzudan, ışka doğru izlersek sonludan sonsuza yükseliriz. Arzu ile biz eşyaya sevgi duyarız ama buradan muhabbete geçerek insanın insana sevgisine yükseliriz bununla da iktifa etmeyerek üst basamak olan aşka tümel olana mesela insanlık sevgisine yükseliriz lakin arayış burada da son bulmayarak bir üst basamak olan ışka yani ilahi sevgiye yükseliriz. Tüm bunların sonunda diyebiliriz ki güzeli eşyaya hapsetmeyerek son kertede ilahi olanda güzeli bulmaktır sanat. Bu sevgi tensel olandan tinsel olana doğru yürür. Bu seyirde madde ihmal edilmez manadan da kopulmaz.”